Bir umuttu belki de!

Anlatılacak bir hikâyem var ama hikâyeye nereden başlayacağıma dair bir fikrim yok. En başından anlatmaya kalksam, hakkımda çok da iyi şeyler düşüneceğini sanmıyorum! Ön yargılı bir okur olmayabilirsin! Ama işte çekincelerim var. Hayır, şöyle giriş bölümünden kurtulup, gelişmeden girsem konuya, işin kuralına uymaz.

Gelelim sadede!

Haftalardır sorguluyorum kendimi! Nereden buldum, ne zaman karar verdim de bu yedi tuhaf insanın içine düştüm diye! Tamam, kabul ediyorum, ben de tuhaf bir adamım, nerde eğrilik büğrülük var, bir bakmışsın ben oradayım…

Vallahi de billahi de bu sefer başıma gelen olay bambaşkaydı! İlk şoktan sonra madem kendim kaşındım, bari tadını çıkartayım dedim, ama nerede! Mübarek hepsi seçmeceymiş bunların!

Ne o sıkıldın mı?

Şurada alsam alsam anca on dakikanı alırım! Bir on dakikayı bana çok göreceksen… Tamam, kızma hemen başlıyorum anlatmaya!

İstersen kendimi tanıtayım önce?

Ben eski tabirle bir garip Osmanım! Anam ben küçücük, minnacıkken göçüp gitmiş cennet denen vadiye! Babam, eskilerin hızlı çapkını; bir gün sarışın varsa yanında ikinci gün de mutlaka bir esmer… Nasıl da kıldır anlatamam. Çapkınlıkta başarının kitabını yazsa, en çok satanlar listesinde birinciliği göğüslemezse namerdim!

Pişt! Hala orada mısın?

Test ettim seni! Hımm gitmediğine göre sardı muhabbet seni!

Bak nasıl da iki dakikada roman yazdım. Tamam, roman olmasa da acıklı bir hikâyenin giriş kısmı olur kanımca!

Tamam, tamam düşürme yüzünü hemen! Bak geldim sadede…

Valla günlerden perşembe miydi? Cuma mıydı kestiremiyorum şimdi. Ben uslu akıllı çalışırken bir e-posta düştü önüme! İş de nasıl yoğun, nasıl can sıkıcı! Telefonlar susmak bilmiyor!

Şimdi bu adam nedir necidir diye düşündüğünü biliyorum da dile kolay 38 sene. Anlat, anlat bitmez! Aslında iyi adamımdır, sineği bile incitmeye kıyamam ama sıklıkla da en büyük kavgaların içinde bulurum kendimi her zaman!

Ama neden?

Gelemem çünkü öyle yalan dolan, haksızlık olaylarına. Bak mesela geçenlerde yolda yürüyorum, karşıdan iri kıyım bir adam geliyor… Kör kütük sarhoş…

Yok, yok bu böyle olmayacak! Konu konuyu açacak, gerçek olayı anlatamadan da sen hadi eyvallah diyip gideceksin.

Olmaz, benim başımdan geçen bu olayı anlatacak birilerine ihtiyacım var!

Nerede kalmıştım?

Hah, işyerindeyim, soluklanayım diye özel e-posta adresimi kontrol ederken gördüm e-postayı! Ulan bu işi biliyor namussuzlar! Üç güzel hatunu koymuşlar en tepeye. Melek misali kanatları da kondurmuşlar. Üçü de birbirinden güzel ama ah ah o iki sarışının arasına sıkışmış dünya güzeli esmer yok mu? Gel de ilgilenme şimdi bu e-postayla.

Ne mümkün!

Hepsinin kafasında bir baloncuk! İlk sıradaki sarışın kız “Hayatının seyahati seni bekliyor” demiş. Aylardan Mayıs, hatta sonu… Hadi diyorum tatil sana, daha bir ısınıyorum! Benim esmerin mesajını okuyorum:

“Aşkın seni ne zaman, nerede nasıl bulacağını bilemezsin!” diyor.

Hayda, içime bir kurt düşüyor, düşünüyor insan haliyle bunlar nereden biliyor yalnız bir adam olduğumu, diye! Tamam, sonra ben de güldüm bu düşünceme. Haklısın ortalık yalnız kadınlar ve yalnız adamlardan geçilmiyor. Adamlar da kafalarını kullanmış yalnızları bir araya getirmeye karar vermişler. Güzel bir çaba takdir ettim valla…

Neyse üçüncü güzelimiz de buyurmuşlar:

“Daha ne kadar bekleyeceksiniz gerçek aşkı bulmak için” diye…

Haydi!!! Sen benim emekliye ayrıldığını düşündüğüm yürek; birden şaha kalk, sanki dersin küheylan. El ayak dersen zangır zangır, karşımdaki hatunlar sanki fotoğraf değil de canlı! Gözümün içine öyle bir bakışları var ki! İş ki girme siteye.

Uzun lafın kısası…

Adamlar düşünmüş taşınmış, belli ki de araştırmış (hala kıllanmaktayım!) yalnız kalpleri bir araya getirmeye çalışmışlar! Bir otobüs yolculuğu düzenlemişler. İstanbul Taksim’den kalkacakmış… Ama genel rota sürprizmiş! Amaç, o otobüs içinde kaynaşmakmış!

Anlayacağın kat edilecek yollar bahane ama amaç şahane!

Çekinme sor?

Eee! Adam onca şey düşünürsün de nasıl olur da gelecek insanların kendine uygun olmama ihtimalini düşünmezsin, diye sor.

Düşünmedim mi sanıyorsun; düşündüm de işte! Ah o üç güzel melek yok mu hipnoz ettiler sanki beni… Hani kıllanmadım dersem yalan olur. Taksim’den nereye gider bu otobüs? Kaç gündür bu buluşmanın diyeti. Otobüste nasıl olacak bu kaynaşma işi? Merak ediyor insan haliyle! Sayfanın altı üstüne geldi! Yok, hiçbir bilgi yok. Bir cep numarası vermişler; aradım. Duru bir ses, ara sıra işveli! Ben de mest tabi:

“www.olmazolmazdeme.com dünyasına hoş geldiniz, der demez ben atmaca misali ‘hoş bulduk efendim’ diyiverdim. Kızcağız hiç istifini bozmadan devam etti:

“Size nasıl yardımcı olabiliriz?”

Telefonu kapadığımda istediğim hiçbir bilgiyi öğrenemediğim ve bir sürü gereksiz bilgiyle doldurulduğum halde, bu yolculuğa çıkmaya çoktan ikna edilmiştim. Tatil olmasa da; bir gün, bir gece sürecek bu yolculuğa 250 lira bayılmış olmam tamamen yüreğimin suçuydu! Annem hep ‘yollar sürprizlerle doludur’, derdi! Bakalım beni nasıl bir sürpriz bekliyor!

Gün geldi çattı…

Sabahın yedisi buluşma vakti! Ben altı buçukta asker Taksim Meydanı’nın da… Çiçekçiler bile açmamış, iki üç ayyaş etrafımda pervane! Hani göz göze gelsek kucağımda bulacağım adeta. Sonra bir ses arkamdan! Hemen tanıdım, telefondaki hoş sesli kadın bana sesleniyordu. Arkamı döner dönmez yüzüm kırmızıya döndü. Ben şok, o ses bu kadından nasıl çıkar, gel de düşünme! İçimi sardı bir endişe. Ya gelecek olanlar da böyle çirkinse, nasıl çekilir bu yolculuk diye!

Bekle babam bekle! Benle beraber 4 sap olduk mu meydanın göbeğinde. Hepimiz birbirimizi dikizliyoruz çaktırmadan. Ben bir ara sıvışıp, kızı soru yağmuruna tutuyorum. Oh be! Yok, efendim, erkek ve kadınların eşit olmasına özen göstermek onların eeeeeeen eeeeeeeen en önemli politikalarıymış mış mış mışşşşşş! Kadınların hazırlanması haliyle uzun sürermiş miş miş mişşş! Ardından da bir kahkaha attı, zavallı sarhoşlar bomba patladı sanıp sağa sola koşuşmaya başladılar. Görmen lazımdı ha ha!

Sonunda dört hatun kişi de teşrif ettiler. Yok, burada yorum yapmama hakkımı kullanıyorum! Ben ‘Gitmek mi zor, kalmak mı zor?’ adında bir şarkı var mıydı, yok muydu diye düşünürken 70’lerden kalma bir külüstür durdu neredeyse burnumun ucunda. Oturduğum yerden nasıl kalkıp, nasıl fırlattıysam kendimi pek bir güldürdüm müzmin bekârları. Manzaraya bakılırsa, durumdan şikâyetçi olan da sadece bendim.

Son bir umutla ‘Hadi oğlum, ön yargılı olma’, dedim. ‘Bekle bekle nereye kadar. İnsanın dış değil iç güzelliğine odaklan’, dedim! Ooo gırla telkin edici söz daha… Otobüse bindim ki bir de ne göreyim, ortada kocaman bir masa, çevresinde sandalyeler. Hepsi yere sabitlenmiş. Pencereler sıkı sıkıya kapalı. Kırmızı perdelerde beyaz kalpler. Kırmızı beyaz fonda döşenmiş bir âlem! Yol, yolculuk, gezi, yürüyüş, kaynaşmak için baş başa kalmaya çalışmalar falan ne mümkün! Kuzu gibi çöküyoruz her birimiz bir sandalyeye. Belli ki onlarda şokta! Şöyle hızlıca süzüyorum kızları. Benim yanıma kurulanı anında eliyorum. Bir koku anlatamam, hacı yağı sürünmüş sanki mübarek. Onun yanındaki kazmanın gözü benim tam çaprazımda; sessiz, utangaç şekilde oturmuş kıza kitlenmiş. Haliyle ben de bakıyorum. Ama tipim değil girmiyorum aralarına! Sonra diğer iki kadınla da barışmıyor yıldızlarımız! Bu sefer gerçekten kızıyorum kendime, ne işim var benim burada diye!

Dedim ya! Madem geldim, bari tadını çıkarayım da nerede! İki öküz daha ilk dakikadan seçtiler kızları. Bir hareketlenme olunca anladım ben de! Yerler değişti, ikili sessiz konuşmalar başladı. Şükür motor çalıştı, umarım bu yol uzun sürmez diyorum. Gece kalacağımız oteli bile düşünmeye korkarken hala neden oradan ayrılmadığımı açıklayamam çünkü vallahi ben de bilmiyorum!

Bir umuttu belki de!

Şoför yakışıklı bir adammış gençliğinde belli! Birkaç kez göz göze geldik, suratımdan anlamış olmalı pişmanlığımı. Ehh ne yaparsın son pişmanlık fayda etmez! Başa gelen çekilir diyorum ama…

Yok, olmuyor!

Dört hatunla da köprü kurulmuyor. İkili gruba ayrılanlardan sessiz sedasız olanın gözü ben de. Herif de fark etti ama düşmüyor kızın yakasından. Bende de bir istek olmadığı için görmezden geliyorum kızın yalvaran gözlerini. Bu yol çekilir mi şimdi? Bizim sesi güzel, kendi çirkin hanımefendi şoförün yan koltuğundan bir şey izliyor. Dikkatlice bakınca görüyorum ki küçük bir televizyona kitlenmiş. Oynayan filmin kahramanları da bizler. O dakikadan sonra çaktırmadan kameraları arıyorum. İkinci saatin sonunda anlaşılıyor ki kimse kimseye eş değil bu gruptan.

İşte can sıkıntısı ya atıyorum ortaya birkaç cümlecik. Arkasına da yalancıktan bir gülümseme yapıştırıyorum:

“Ne yolculuk ama! Nereye gittiğini bilmeden, hiç tanımadığın insanlarla bir gün, bir gece paylaşmak! Sanırım benim en ilginç yolculuk öyküm bu olacak”, diyorum.

Belki benim dikkatimi çekmek için, belki de o da bu gereksiz buluşmadan sıkıldığı için, benim yorumuma yorumuyla katıldı.

Kim mi?

Haklısın isim vermek lazım. Şu esmer utangaç kız. Hani gözü hep benim üzerimde olan var ya, işte o kız! Lale’ymiş adı. Lale, tiz sesiyle: ‘Benim bu kadar olmasa da daha ilginç bir yolculuğum olmuştu’, diye girdi söze. Birden herkes dikkat kesildi. Şoför ve görevli kız da dâhil! Çaktırmadan onları da izlemeyi ihmal etmiyorum tabi!

“Yedi, sekiz yaşlarındayım. Anne ve babamla evimizin yakınlarındaki Lunapark’a gideceğiz. Kız kardeşim küçük ve annem evde onu hazırlamakla boğuşurken babam beni arabaya bindirdi. Babamın annemleri almak için eve girip çıkması en fazla beş dakika sürmemiştir ama o kısacık zamanda birden arabanın kapısı açıldı ve hiç tanımadığım bir gençle göz göze geldim. Zavallı 17 yaşındaymış sonradan öğrendik. Arabayı gezmek için çalacak, başka amacı da yok ama şaşkın işte; içinde çocuk varmış umurunda değil. Benim çığlıklarımla bastı gaza. Yalpalaya yalpalaya düştük yollara! Babam her zaman korkuyla anlatır bu öyküyü. Beni olaydan 3 saat sonra evimden çok uzak bir yerde yine arabanın içinde zırıl zırıl ağlarken bulabilmişler.”

Herkes şaşkın ve dikkatle dinliyorken; bıyıklı, yüzü çiçek lekesi dolu Altan atladı heyecanla: ‘Hadi canım! Peki, nasıl bıraktı seni? Polis mi yakaladı?’ diye peşi sıra dizdi soruları kızın önüne. Lale ise sanki duymamış gibi aynı sakinlikte anlatmaya devam etti. Fazla sakin olmasının beni rahatsız ettiğini fark ettim ama çok durmadım üzerinde anlatmaya devam etti: “Arabanın benzini bitti. O da beni arabanın içinde bırakıp kaçtı. Ama hayatımda unutamayacağım güzellikte bir yolculuktu” dedi.

Bu cümlenin sonunda herkeste farklı surat ifadeleri belirdi. İşin aslı ben de bin tane kötü senaryo kurmuştum bu kaçırış öyküsü üzerine. Ama kız deli işte, nasılsa mutlu olmuş bu olaya! Sonra yüzüne şirin bir ifade katarak anlatmaya devam etti: “Çocuk beni fark ettiğinde ne yapacağını şaşırmış olacak ki; beni susturmak için türkü söylemeye başlamıştı. Başarılı da olmuştu. İçli bir sesi vardı, belli ki hayatının yükü de fazlaydı. Özetle o gün hiç görmediğim yollara girdik, çıktık! Hiç görmediğim insanların, evlerin ve manzaraların yanından geçtik! Hatta yakalandığını ve cezalandırılacağını duyduğumda çok üzülmüştüm!”

Kızlardan adı Aliye olan ‘Ah ya çok şanslıymışsın ya kötü bir şey olsaydı!’ diyip iç çekti. Peki, anlayamadığım bir şey var diyerek de ekledi: ‘Çok mutlu oldum dedin ama seni bulduklarında da ağlıyor muşsun? Çocuk seni bıraktı diye mi yoksa?’ deyip küçük bir kahkaha patlattı!

Lale cevap vermedi ve gülümseyerek geçiştirdi soruyu. Ama bizim meraklı bıyıklı Altan yine aldı sazı eline ve başladı çalmaya: “ Valla Lalecim (cim ekine dikkat!) seninki kadar film tadında olmasa da benim de bir yol öyküm var. Özel arabamla tatile gideceğim. Yıl 1990. Her şey hazır yola çıkmak için. İzmir ve kızları beni bekliyor.”

Bu cümleden sonra kızların küçümseyen bakışlarına maruz kalan Altan, kendini savunma ihtiyacı duyarak: ‘Hayda! Yalan mı söyleyeyim şimdi arkadaşlar!’ deyip gevrek gevrek güldü ve devam etti: ‘Neyse uzun lafın kısası yolu yarıladım, yarılamadım bir kız durmam için ısrarla işaret ediyor. Kız da bir güzel sormayın! Giymiş de tril tril askılı bembeyaz bir elbise. Rüzgâr da pek çömert o gün! Gel de durma!’ Kızların bakışlarındaki tiksintinin oranı her saniye artarken, bu durum bizimkinin umurunda bile değil:

“Ne mi yaptım? Durdum tabi! Kız elinde küçük bir bavul kala kalmış yollarda. Zavallıdır dedim, aldım içeri. Nereye gidersin dedim; sen nereye istersen dedi! Nasıl kaldın yolda dedim; orası önemli değil, seni buldum ya dedi! Hayda!!! Kız da bir bakış, beni bir süzüş! İnek altında buzağı aramak niye diyip bırakıyorum olayı kendi haline. İzmir’e kadar da güle eğlene, kaybola kaybola, yol sora sora vardık.”

Bana bir bankanın reklamını anımsatan saçlara sahip Merve alaycı bir ses tonuyla: ‘Bunun neresi ilginç! Tipik çapkın her erkeğin yaşadığı bir öyküdür eminim!’ diye sorunca bizim ki marifetmiş gibi sırıtarak yanıtladı soruyu: ‘İzmir’e vardığımda altımda bir donum bir de arabam kalmıştı!’

Kızların için için bu sonuca çok mutlu oldukları aşikardı ama ben dâhil hiç kimse olayın nasıl olduğunu sormadık. O da anlatmadı. Kısa bir sessizlik olunca da yine ben girdim konuya: ‘Vallahi de billahi de benim hayatımın en ilginç yolculuğu bu yolculuk’ deyip, Merve’ye sıra sen de der gibi baktım. O da bakışımı yanıtsız bırakmadı! Ortam da iyice ısınmaya, insanlar kaynaşmaya başlamıştı bile. Ama ortada da büyük bir gerçek vardı! O gece de aşk yine beni ve benim gibi bu zavallı yalnızları es geçmişti!

Merve muzip ve utangaç bir gülümsemeyle başladı konuşmasına:

“Ya aslında anlatacağım olay gibi bazı şeyleri yaşandığı an dünyanın en kötü şeyi başınıza gelmiş gibi hissediyorsunuz ama bir süre sonra bir bakıyorsunuz gülerek anlattınız öyküler arasına girmiş. Üniversite yılları! Ankara – İstanbul arası git gel. Tatildi, aile özlemiydi falan filan… Yine bir Ankara- İstanbul yolculuklarımdan biriydi. – Günü kaçırmamak için gece yolculuk etmeyi severim çünkü!- Neyse yolu yarılamışız, ben sınavlar mınavlar derken yorgunluktan sızmışım haliyle! Önce rüya görüyorum sandım. Gözlerimi açmakta zorlanıyordum. Üzerimde bir el dolanıyor sanki! Kâbus gibi boynumdan yılan gibi sessizce bir şey süzüldü. Yaz günü, askılı bluz var üstümde. Rüyadayım ya sözde! Yılanın yavaş yavaş inişini izliyorum canlı canlı. Neden sonra sağ göğsüm de bir baskı hissettim ve refleksle göğsümü dolayısıyla da arkadaki 65’lik amcanın elini de tuttum.”

Daha önce hiç konuşmayan Sevgi dudaklarını şekilden şekle sokarak bağrındı:

“İnanamıyorum! Onu oracıkta öldürseydin”, dedi! Ardından hepimiz güldük ve sonra kabalık ettiğimizi düşünerek özür diledik Merve’den.

Ne gündü ama! Aşk için düştüğümüz yollarda hepimiz farklı farklı yol öyküleri sahibi olmuştuk.

Kızlardan Aliye de sanki kötü bir şeymiş gibi sessizce; ‘Sanırım benim de bu yolculuk dışında ilginç bir yolculuğum olmadı’, dedi ve sonra ekledi: ‘Galiba bindiğim otobüsün tekerliğinin patlaması ve uçağımı kaçırmam ilginizi çekecek bir yol öyküsü olmaz’, dedi. Sonra daha önce konuşmayan erkeklerden Erdem’e bakarak: ‘Belki sen konuşmak istersin’, diyerek kendini konuşanlar arasına kattı!

Farkında olmadan epey bir kaynaşmıştık. Karnımız acıkmaya başlamıştı. Molayı nerede vereceğimizi, istikametimizin neresi olduğunu soran yine ben oldum. Cevap bu sefer bol kekemeli ama yine aynıydı.

Sürpriz!

Öyküler sarıyor sarmasına da bu tın tın otobüsün içinde sıkı sıkıya kapatılmış perdelerin ardındaki dünyadan mahrum bırakılmak da epey canımı sıkmaya başlamıştı.

Erdem, içimizde en yakışıklı olanımızdı, şimdi hakkını yememek lazım! Ama nedense tuhaf bir iticiliği vardı. Beş dakikada bir, iki parmağıyla burnunu sıkıştırıp; içine çekmesi rahatsız edici bir ayrıntıydı. Erdem; ‘Hangisini anlatsam ki bende yol öyküsünden bol şey yok’, dedi. Biz şaşkın, cümlesinin devamını merakla beklerken bir kahkaha attı ve ‘Ben uzun yol seyahat şoförüyüm’, dedi. Sonra Merve’ye dönerek; ‘Senin anlattığın hadiselerin bin bir çeşidini yaşıyoruz her gün’, dedi ve başladı anlatmaya; ‘Ama unutamadığım bir yolculuğum var ki sormayın’, dedi ve birden sustu. Bir süre hiç kıpırdamadan bekledi. Kimseden bir yönelme olmayınca da; ‘Eee canım sormayın dediysek, lafın gelişiydi!’, deyip kahkahayı patlattı yine.

Kendi söyleyip kendi eğlenenlerdendi! Efendim ilginç öykü demeye bin şahit öyküyü ben özetleyeyim sana… Bir gün bunun arka koltuğuna bir melek oturmuş. Bir tek kanatları eksikmiş, o derece gözleri kamaşmış şoför kardeşimizin. Sonra molalarda kıza asılmaya başlamış ( bu benim yorumum!). Kız da ona bir telefon numarası vermiş. Yolculuk sonunda bu kazma hemen kızı aramış. Karşısına bir telesekreter çıkmış. Telesekreter kaydını duyduğumuzda hepimiz koptuk haliyle… Kayıt aynen şöyle: ‘Yanınızdayız Psikoloji, Rehberlik ve Danışma Servisimize Hoş geldiniz!’

Kendini böyle salak gösterecek bir öyküyü neden anlatır insan diye düşünürken herkes gibi ben de daha önce hiç konuşmayan Murat’a baktım. Bütün gözler Murat’a yönelince Murat, kendisinin de hayatını etkileyen önemli bir yol öyküsü olduğunu ama anlatmak istemediğini söyledi. Epey ısrar ettikten sonra nihayet anlatmaya ikna ettik. Ah keşke etmez olaydık!

Murat istemeye istemeye de olsa söze girdi: ‘Benim öyküm sizi sarsabilir, beni yıllardır hayattan koparan bir öyküdür’, dedi. Murat gereğinden uzun bir adamdı. Zayıf olmasa, epey heybetli görünebilirdi! Ama şu anda sanki karşımda yaşlı bir adam oturuyordu. Omuzları o kadar çökmüştü ki; boynu, kafasını zor taşıyan bir çubuk gibi yana yatmıştı. Söze; ‘Ben doğuluyum” diye başladı ve; ‘Doğu candır, ama çok da can aldı, almaya da devam ediyor’, dedi. Ortalık birden sessizleşti, arkadan gelecek cümlelerin hepimizi ürperteceği belliydi.

“On bir yaşındayken amcam ve yengemin yanına İstanbul’a geldim. Çocukları olmadığı ve biz de dokuz kardeş olduğumuz için bir nevi evlat yerine koydular beni. Okula haliyle İstanbul’da başladım. Çok zor zamanlarım oldu ama ortaokul ve lise yıllarımda da çok güzel arkadaşlıklarım ve anılarım oldu. Arada yaz tatillerinde ailemi görmeye giderdik’, dedi ve derin bir nefes aldıktan sonra uzak bir noktaya sabitledi gözlerini. Konuşmaya başladığında sanki başka bir adam geçmişti yerine ve kin dolu bir ses tonuyla devam etti anlatmaya:

‘Sanırım on yedi yaşımdaydım. Okuldan en yakın arkadaşım da o yaz benimle köyümü görmeye gelecekti. Amcam ve yengem otobüsün şoförünü tembihleyip yolcu etti bizi. Şoför tanıdık, biz de çocuk değiliz ama yolar tehlike dolu. Terör kurban edecek insanlar arıyor! Yaşadığım köye 5 saatlik bir yol kalmıştı ki; sabahın insanı ürperten karanlığında otobüsümüz aniden fren yaptı! Pencerelerimiz yüzü örtülü insanlar tarafından kırılmaya çalışılıyordu. Şoför Mehmet Abi’nin suratı hala gözümün önündedir. Yaka paça ilk onu aldılar aşağı ve daha konuşmasına fırsat bile vermeden de sıktılar kafasına kurşunu. Gençlik, mençlik sökmüyor orada! Hele erkeklik hiç! Dizlerdeki titremeyi durduramamak nasıl bir şeydir çok iyi bilirim! Arkadaşımın korkudan koluma yapıştığını fark ettiğimde yüreğime yumruk darbesi almış gibi iki büklüm olmuştum.”

Hepimiz ağzımız beş karış açık hatta hipnoz olmuş gibi onu dinliyorduk. Sonra birden hareket etmediğimizi fark ettim, demek ki şoförün ve görevli kızın da dikkatini çekmişti anlatılan hikâye. Şoför bir sigara yakmış, çaktırmadan içmeye çalışıyordu. Onların ne yaptığını kontrol edip, çok üzerinde durmadan tekrar hikayeye yoğunlaştım. Fakat sanırım bir şeyler kaçırmıştım çünkü odadaki herkesin suratında aynı ifade vardı. Dışarıdan içeri giren biri kesinlikle burada çok kötü bir hadisenin konuşulduğunu anlayabilirdi. Tekrar konunun içine girdiğimde Murat: ‘Bana yalvarır gibi bakışını unutamıyorum, o kadar gençtik ki!’, dediğinde özür dileyerek kaçırmışlığın verdiği huzursuzlukla sordum: ‘Çok özür dilerim! Çok sarsıcı bir hikaye ve sanırım ben şoförün ölüm anında takılıp kaldım yani sana yalvararak bakanın kim olduğunu ….’

Daha cümlemi bitirmemiştim ki Sevgi sorumu yanıtladı: “Onun arkadaşını da öldürmüşler alçaklar, nüfus kâğıtlarını kontrol etmişler, İstanbul doğumlu olduğu için onu ve tayin oldukları yeri önceden görmek için yolculuk eden iki de genç öğretmeni!” Sevgi konuşurken Murat’ın parmaklarını birbirine kenetleyerek sıkıştırması dikkatimden kaçmamıştı. Acısı hala taze gibiydi! Bu sarsıcı sonucu duyunca içimde tuhaf bir boşluk hissettim. Bugün hala o boşluğa sahibim…

Dedim ya bu öykü hayatımda dinlediğim en acıklı öyküydü ve öyküyü bizzat yaşayan birinin ağzından duymak da çok ama çok sarsıcı bir durumdu benim için! Bazen bir yola çıkarsınız, gitmek istediğiniz yön bellidir. Varmak istediğiniz insanlar, yerler hepsi bellidir. Ama o yolda yaşayacağınız öyküler farklıdır. Kimi tatlı, kimi acıklı! Hani o gün içimde hâsıl olan bir boşluk vardı ya işte bir türlü geçmez oldu.

İşte sözün özü aşk uğruna çıktığım yolculuktan bana geriye kalan sadece hayatımın kocaman bir boşluk olduğu duygusuydu! Sen de epeydir sustun, belli ki sen de artık koca bir boşluk sahibisin! Dedim ya sana kendim kaşındım diye!

Kötü mü oldu?

Olmadı aslına bakarsan. İşin aslı, bu yolculuk bana hayatta başka yollar da olduğunu gösterdi. İlk olarak işimden istifa ettim. Evet, evet şaşırma öyle! Şu an işsiz biriyim! Abarttığımı düşünen ilk insan da sen değilsin! Daha bir sürü değişiklik yaptım. Elbette böylece mutluluğu buldum diyemem ama bulamayacağımı da kimse iddia edemez!

Ha sen şimdi otobüs yolculuğunun nasıl son bulduğunu da merak edersin haliyle. Anlatayım efendim! Biz son öyküyle dağılmış vaziyetteyken görevli kız gelerek yolculuğumuzun son bulduğunu söyledi. Normalde verilen paraya ve anlaşmaya göre herkesin isyan etmesi gereken bu durumu hepimiz memnuniyetle karşıladık. En azından gecemizi kurtarmıştık! Unutmadan ekleyeyim, saatlerce İstanbul’un ara sokaklarında tur attırılıp durmuşuz! Hala bazen düşünürüm acaba kalacağımız otel neredeydi ve kim bilir ne vaziyetteydi, belki de öyle bir otel hiç olmadı!

Eminim artık sen de benim gibi zaman, zaman düşüneceksin kim bilir daha kaç keriz benzeri yol öyküsünün bir parçası olacak, diye!

Aşk işi, risk işi… Ben o riske girdim! Bir umuttu belki de!

Sebahat Bağbars 2011

Gazeteci, yazar, kahkaha terapisti, masal anlatıcısı, masallarla dans eğitmeni... Keyfi çizer (Instagram @artbyseba Fotoğraf çekmeyi sever... Serbest olarak gazeteciliğini hala sürdüren Sebahat Bağbars 13 yıl hizmet verdiği PR Marka Danışmanlığı mesleğine 2017 yılında ara verdi. Birçok sosyal sorumluluk projesine destek vermekte ya da bizzat yürütmektedir. Bağbars 2019 yılından bu yana New York'ta yaşamaktadır.