Hayat yeter ki iki insanı bir araya getirmek istesin! Sevgili Demet Tuncer’le tanışabileceğimiz sayısız ortam ve ortak tanıdıklar varken biz birimiz New York’ta diğerimiz Portlan’dayken tesadüfen kesişti yollarımız. Kalbimizde oyunculuğu dolayısıyla hayranlık olarak bir yeri vardı ama kesinlikle Demet Tuncer’le YouTube kanalında hayata geçirdiği İngilizce kelimeleri doğru telaffuz etme videolarını izledikten sonra bu röportajı yapmaya karar verdim ve iletişime geçtim. İyi ki de yapmışım artık hayatımdan hiç çıkmasını istemediğim bir insan kendileri, neredeyse her gün dedikodu yapıyoruz. İşin şakası hayatınıza girdi mi kolay kolay çıkaramayacağınız insanlardan. Onu her yönü ile yakından tanıyabileceğiniz uzun ama keyifli ve bir o kadar da faydalı bilgiler içeren bir röportaj gerçekleştirdik. Bu röportaj aracılığıyla samimi, dürüst, eğlenceli, açık sözlü ve birçok alanda başarılarıyla ve başaracaklarıyla hayata sımsıkı tutunan güçlü bir Demet Tuncer’le buluşturacağım sizi.
Röportajı izlemek için lütfen aşağıdaki linkleri tıklayın!
Sebahat Bağbars’la Amerika Röportajları: “Demet Tuncer -1
Sebahat Bağbars’la Amerika Röportajları: “Demet Tuncer -2
Amerika’ya nasıl geldin sorusuyla başlarsak bizim çok bilmediğimiz mücadeleci Demeti bize biraz anlatır mısın?
Amerika’ya okumaya nasıl geldim! Veliler de okusunlar lütfen çünkü önemli bir konu. Lise 2’ye geçtiğim zaman benim okulum – özel bir okuldu- İngilizce tedrisat veren bir okuldaydım. Amerika Birleşik Devletleri ile Türkiye’nin ortak bir bursu olduğunu öğrendim. Dünya Kolejler Birliği ( United World Colleges – www.uwc.com) diye. O okul benim hayatımı değiştirdi. Özel bir okul Las Vegas – New Mexico’da bulunuyor. İlk olarak okulu Prens Charles açmış ve şu anda ki başkanı da Ürdün Kraliçesi Nur. Bu okulda global bir vatandaşlık vizyonu ile yetiştiriliyorsun. “Uluslararası Bakalorya Diploması” alıyorsun sonunda. 86 ülkenin ülke birincilerinin bir araya getirildiği bir okul. Akademik açıdan çok zor ama akademik derslerin yanı sıra bir de topluma hizmet etmen gerekiyor. Yani çok özel işlenmiş bir okul. “Uluslararası Bakalorya’yı bilenler ne demek istediğimi çok iyi anladılar. Her çocuk için uygun değil, eğer ailenizden ayrılamıyorsanız, dünyayı görmüşüm görmemişim umrumda değil diyorsanız o zaman bu sizin için doğru bir seçim değil. Kültür şoklarına hazır olmanız gerekiyor. Açık olmanız gerekiyor ve yaşadığım dünyadan daha farklı bir dünya var ve ben onu görmek istiyorum diyorsan UWC tam senin için bir okul. Ben lise 2’de başvurdum, Türkiye 1’incisi seçildim ve New Mexico’ya gönderildim. Benden 1 sene önce seçilen ve gönderilen öğrenci ise; eşim Çağrı ve o şu anda yukarıda çalışıyor. Dolayısıyla kader olayını oradan söyleyebilirim. İki senelik bir okul. O mezun olduğunda benim 2’nci senemdi. O mezun olduktan sonra benim altıma bir Türk öğrenci daha geldi sonra herkes bir yere gitti. Ben üniversiteyi de orada okudum sonra Türkiye’ye döndüm. Çağrı, TEV bursu (Türk Eğitim Vakfı) ile İngiltere’ye gitti. Sonra bir burs daha aldı, doktorasını yaptı, sonra kaldı da kaldı. Benim Amerika maceram böyle oldu en azından UWC’ye bir bakın derim. Yanlış hatırlamıyorsam şu anda 13 ya da 17 ülkede var. Çok ilginç bir okul ve benim hayatımı değiştirdi. Benim aslında uluslararası sunumlardaki en büyük yardımcım öyle bir okulda okumuş olmam. Dünya Ekonomi Zirvesi’ni sundum mesela. Mozambik’ten de vardı, Rusya’dan, Fransa’dan da her yerden katılımcı vardı. Herkese kendi dünyasında, karakteristik özelliğinde bir şeyinde dokunduğum zaman onlar dediler ki -bir dakika bu kız bunları nereden biliyor. Türk değil miydi? Tamam da bunu bilmesine imkan yok! Bu Afrikalının, Makedonun bileceği bir şey vs. vs. – İşte ben 15 yaşımda başladım bu işlere. Dolayısıyla çok gurur duyduğum bir okul. Amerika maceramda böyle devam etti. Ben 13 yaşımda tiyatro yapmaya başlamıştım, 15 yaşımda Amerika’da da devam ettirdim. Hatta Çağrı beni ilk tiyatro sahnesinde gördü. Küçük Korku Dükkanı’nda (Little Shop of Horrors) oynuyordum. Ben müzikal tiyatroya devam etmek istedim ve okuldaki müzikal tiyatro grubu çok iyiydi. Babam da beni diplomat yapmak istiyordu. Babam Milli Talebe Federasyon Başkanlığı yapmıştı uzun süre. Hem gazetecilik mezunu hem avukat, İsmet Paşa’larla çalışmış. O dönemlerde inanılmaz biri; öğrenciler kısmında hem siyasi, hem vizyoner kişilik. Başkan Truman’la görüşmeler yapmış yani böyle biri. Ben müzikal yapacağım deyince adam biraz taşikardi ile – oldu canım- dedi. Ama sonradan Metin (Serezli) Abi’den öğrendim ki – bak dur bu hikayeyi de anlatayım sana- Ben 5 yaşımdan beri vik vik tiyatro yapmak istiyorum diyorum ve özellikle de babamın arkadaşlarının yanında yapıyorum ki onlar da; “Erdoğan bırak kızı çok başarılı yapsın, yapsın” desinler diye. Babam bir gün bana; “Kızım Ajda Pekkan olmak kolay, Ajda Pekkan kalmak zor” dedi. O zaman sene bin dokuz yüz küsürler ve Ajda Pekkan çok popüler.
Çok doğru bir saptama bence de…
Evet Babam çok doğru bir şey söyledi aslında! Çünkü ünlü olmak çok kolay ama onu hak edip onu devam ettirebilmek -yaptığın her neyse, ne işse- o çok zor bir şey! Bir gün Profilo’da Tiyatro İstanbul’a gittik. Metin Serezli, Nevra Serezli benim idollerimdir. Metin Abi’nin bir oyunundayız ben ağzımdan sular aka aka izliyorum oyunu – Aaah Metin, Metin – diyorum. Babam tanıştırmamı ister misin? dedi. Nasıl yani dedim! Ben hayır diyeceğim o da ben sana sordum sen istemedin diyecek. Tanıştır dedim ve biz kulise doğru gitmeye başladık. Ama bu arada ben “tiyatro tiyatro” diyorum yıllardır babam sürekli “asla asla” diyor. Kulise geldik. Kapıyı çaldık, kapıyı açtı babam ve “Metin”, dedi. Bak bak laubaliliğe bak “Metin!” Rahmetli Metin Abi döndü Oooo Erdoğanıııım demez mi? Nasıl yani Erdoğanıım, Metiniiiim… Meğerse gençlik tiyatrosunu birlikte kurmuşlar. Babam bunu hiç bir zaman anlatmadı, Metin Abi anlatmasaydı ben de hiç bir zaman öğrenemeyecektim. Babam bana “Demet ben bu dünyayı çok net biliyorum ve senin girmeni istemiyorum” dedi. Ben ondan sonra babamın yardımı olmadan tırnaklarımla oya yapar gibi, hapishane duvarlarını tırnaklarımla kazır gibi bir karakter yarattım kendime. Babam sağolsun geçmişte böyle bir durumumuz oldu. Hatta Çocuklar Duymasın’a girmem de böyle ilginç bir hikayeyle gerçekleşti.
Onu da anlatsana bize….
Annem, babam, ablam herkes avukat. Yazıhaneleri var. Babamın asistanlarından bir tanesi o zaman Gani Müjde’nin avukatı. Tükenmez Kalem zamanı sene 1903:) Babam yokken konuşmaya başladık; “Sen ne yapıyorsun?” dedi. Ben de “Amerika’da müzikal tiyatro yapıyordum. Şimdi de geldim burada neler yapabilirime bakıyorum” dedim. Durdu ve; “Nasıl yani sen tiyatro mu yapıyorsun, oyuncu musun?” dedi. “Evet dedim ben 13 yaşımdan beri oyuncuyum” dedim o da; “Ben seni Gani Müjde ile tanıştırayım mı?” dedi. Ben; “Neee sen Gani müjdeyi tanıyor musun?” dedim. Onun avukatıymış. “Nasıl yani!Tabii ki tanıştır” dedim. “Baban bana hiç bahsetmedi senin oyuncu olduğundan” dedi. “Hiçkimseye bahsetmez ki zaten” dedim. Sonra aracı oldu ve ben Gani Müjde’ye gittim. Beni asistanı Birol Güven’le tanıştırdı. Birol da o zaman “Saturday Night Live”ı yapmak istiyordu. Konuştuk yapabilir miyiz yapamaz mıyız? Tabi “Saturday Night Live”ı yapacak sanatçılar o dönemde yoktu. Aradan belki 8, 9 ay geçti ama biz o arada hiç görüşmedik. O ara “Çocuklar Duymasın” TGRT’de başladı ve ben çok beğendim diziyi. “Anne bak ben bu dizide oynayacağım, dedim.” Kadın ne desin; “Ah canım inşallah” dedi. Ben de şaşkınım ağzımdan nasıl böyle bir şey çıktı bilmiyorum. Sonra uzun lafın kısası dizi TGRT’den ATV’ye geçti. Transferde de bizim orada Mayadrom diye bir yer var geldiler kahve falan içiyorlar. Ben de oradayım, önümde çok sevdiğim bir arkadaşım Metin Uca var, başka bir arkadaşım daha arkama da bunlar geldi. Dedim ki dön arkana bir merhaba de! – Olur mu saçmalama ya seni tanımazsa ahhh aman Tanrım onurun, gururun yerlerde olur, ne yaparsın, sonra hayatına nasıl devam edersin, nasıl yaşarsın! 🙂 – Dedim ki sonra salak saçmalama havada bin kuş elinde kaç kuş; sıfır kuş. Ne kaybedersin? Seni tanımadım, hatırlamadım derse tanıtırsın olur biter. Ama Birol’da kalkıyor gidiyor birileri ile konuşuyor bir yerine otursa da şey yapsam! Neyse döndüm ağzımdan şöyle bir şey çıktı, kontrol edemedim! “Naber Birol!” Ha hay şuursuz. Daha önce ne diyordun şimdi ağzından çıkana bak! Geri de alamadım. O da Allah’tan dedi ki; “Deminden beri düşünüyorum seni nerden tanıyorum, kalkıp kalkıp gidiyorum! Nerden tanıyorum diye düşünüyordum.” Dedim ki böyle böyle… Ah dedi, telefonlar alındı verildi. Ağustos gibi beni aradı. Demet bir karakter yazdım Amerikalı Patron Marry, diye. Tutar mı tutmaz mı bilmiyorum ama oynar mısın dedi? Ben de “Birooooolcum yaaaani sen böyle ani bana geliyorsun ama hooop bir dakika yani bir düşünmem gerek bir aceeeeendama bakmam gerek felan dedim. Lafı bittikten sonra tabii ki isterim, neden istemeyeyim? dedim. Bakalım Türk halkı sevecek mi sevmeyecek mi, ben de varım, dedim. Ve Marry rolü benim oldu. Bak babam istemedi istemedi ve su yolunu bulur lafı buraya tam CUK oturdu diyorum ve diğer soruya geçiyorum.
Oyunculuk planlı bir aşk mıydı senin için? Nasıl başladı?
Şunu çok net hatırlıyorum. Ben 5 yaşımdayken ne istediğimi çok iyi biliyordum. Yazlıkta ilk repertuarım “Kara Basma İz olur” şarkısıydı. Hatırlar mısın şöyleydi sanırım. “Kara basma iz olur, gündüz gelme naz olur, söz olur” gibi bir şeydi galiba ve ben o zamanlardan insanları mutlu etmeyi çok sevdiğimi hatırlıyorum. İnsanlar alkışlıyorlardı, dinliyorlardı birlikte taklitler yapıyorduk ve ben de onların mutlu olmasından çok mutlu oluyordum. Bak ben işe yarıyorum ve bunu yapmak istiyorum demek ki devam etmeliyim, daha çok insanı mutlu etmeliyim diye düşünüyordum. Ancak bu şu değil hani bazı ilişkilerde olur ya – her şeyi bırakır seni mutlu ederim- hayır böyle bir şey değil, ben insanların iyileştiğini görüyordum. Buna aracı olmaktan çok mutluydum. Daha fazlasını, daha güzelini yapmak istiyordum. Dolayısıyla ben 5 yaşımda ne yapmak istediğimi net biliyordum. Aynaların önünde annemin fırçalarıyla beraber yaşıyordum. Mesela o yaşlarda İngilizce ya da başka dil bilmiyorum ama o yaşta duyduğum lisanları taklit ediyordum. Benim taklit yeteneğim küçüklüğümden beri had safhadaydı. Öğretmenlerim beni kaldırır “Hadi Demet şunun taklidini yap” derlerdi. İlkokul öğretmenim Haydar Hocam beni ilk keşfedenlerdendir. Rahmetli olmuş kendisi. O zamanlar anneme bu kızın Amerika’ya gitmesi ve tiyatro okuması gerekli demişti. Sene 1983 ya da 85. Belki de aklımda oradan kaldı Amerika olayı. Yoksa ben nerden bileyim nerde ne yapacağımı. Oyunculuk olarak mı bilmiyorum ama ben sahnede olmak istediğimi, insanları mutlu etmek istediğimi net biliyordum. Ben de “ben büyüyünce doktor olacağım, yok şimdi de veteriner olacağım” gibi bir şey yoktu ve bu benim için alternatif bile değildi.
Sesin de çok güzel. Peki ya müzik o nasıl girdi hayatına?
Dediğim gibi 5 yaşımdaki repertuarıma bak şekerim. 13 yaşımdaydım ve Ata Koleji’ne gidiyordum. Özel kolejlerin Amerika’dan özel öğretmenler aldığı yıllar. Bizim gramer hocalarımız İngiltere’den, diğer konuşma, okuma hocalarımız Amerika’dan geliyordu. Bir tane zenci İngilizce drama hocamız vardı Mister Billy C. Talbert. Allah gani gani rahmet eylesin. Gerçekten benim profesyonel hayatıma başlama ve başlayabilme kriterlerimi ve standartlarımı koyan ve beni müzikale başlatan da o oldu. 13 yaşımda “Kral ve Ben” oyunu ile başladım ve İngilizceydi. My Fairly Lady’i yaptık, Çiçekçi Kız’ı yaptık. “Wouldn’t it be lovely” sonra Batı Yakası’nın hikayesini yaptık. Müzik her zaman vardı aslında ama bilinçli bir şekilde yoktu diyebiliriz.
Çoğumuz seni “Çocuklar Duymasın”da canlandırdığın Amerikalı Patron Mary Smith karakteri ile tanıdık. Başka hangi karakterlerle nerelerde karşılaştık bugüne dek Demet Tuncer’le?
Mary o kadar büyüdü ki, o kadar iyi yerdeydi ki inan bana onun üzerine çıkacak başka bir karakter gelmedi. Çünkü o zamanlar bizim Türklerin yabancı taklitlerini gördük. “Geliyor ben, ondan sonra yiyor sen, okey” falan gibi. Ben Mary ile bir Türkün yabancı bir karakteri oynamasına yenilik kattım. Yeni bir nefes, teknik, eğitim kattım diyebilirim belki. Neden böyle söylüyorum çünkü yabancı bir karakteri oynamak sadece ağzı eğmek, yıkmak, etmek, böyle yapıyorumun haricinde onların kültürünü bilip, onların kültüründe kullandıkları el hareketleri, mimikleri bilmek gerekir. Bir karakteri yaratırken sıfırdan inşaa etmek gerekir ki ben Mary’i baştan inşaa ettim. Burcu nedir? Mary nasıl bir kadındır? Ailesi nerden gelmiştir? Tarzı nedir? Eğitim seviyesi nedir ki ona göre el kol hareketleri olmalı, konuştuğu İngilizce nasıl olmalıdır gibi gibi… Aslında altında bir sürü ön araştırması var, yaratıcı tarafı var. O yüzden o çok özel bir karakter oldu ve onun için de başarılı oldu. Sağolsun Birol da çok güzel yazdı ve Türk halkı da bağrına bastı bir yabancı Amerikalıyı. O yüzden o çok özel bir karakter oldu ve üzerine de çıkan bir karakter olmadı.
Onun dışında İlker Ayrık, Engin Altan Düzyatan’la da çalıştım – yok onlarla “Kadın İsterse” bölümündeydim, onlarla oynadım – Hazım Körmükçü, Ebru Cündübeyoğlu ile “Gizli Patron” isimli bir dizi de oynadım. Aram (Gülyüz) Hocayla, Aram Abi ile 2 tane film çektim; “Arapsaçı” ve “Kadın Terzi” diye. En sevdiğim çalışmalardan biri de Yahşi Batı’da yine bir Mary karakterine, İngiliz Mary Lou karakterine hayat verdim. Hatta bir gün Cem Yılmaz’la bir konuşmamızda şöyle demişti: “Demet Londra’da filmin montajını yaparken bize şunu sordular; Ya hangi ajanstan buldunuz bu oyuncuyu, Londra’dan nerden buldunuz, hangi ajanslarla çalıştınız. Hayır biz Türk ajansından bulduk, bu karakter Türk” dediklerinde de şaşırmışlar ve biz İngiliz sandık demişler. Benim yanımdaki Graham Hoadly da inanılmaz yetenekli bir aktör ve esas İngiliz olan oydu. Tam sıralarını hatırlamıyorum ama “Tatlı Şeyler” adında Uğur Uludağ isimli bir arkadaşımın filminde oynadım. O da Marmaris’te yaşayan bir Türke gönlünü kaptırmış bir İngiliz kadın karakterdi. Marmaris’te bir köye yerleşiyor ve oranın süt anası oluyor. Deliler’deki Roza karakteri de benim için çok özel ve anlamlı ve evrenden ne istediğini bili anlatacak bir karakterdi. Amerika’ya geldikten sonra hep şeyi düşündüm; kendi oyun alanım, kendi çöplüğüm değil ya! Acaba insanlar beni beğenecek mi, anlayacak mı başarabilecek miyim? Bu korkularım vardı tabii ki ama bu korkuları yenmenin de tek bir çözümü var. Nedir o? Korkuların üzerine üzerine gitmek, denemek. Bunların cevaplarını sana arkadaşların, kocan kimse veremez. Sadece sahneye çıktığın zaman seyirciler verebilir ve kendin hissedebilirsin. Burada “Krebsic Orkestra” adında bir Balkan orkestrası var ve onlarla beraber bir konser verdim. Konserde “Djelem Djelem” diye bir parça var. 1974’de Dünya Roman insanlarının bir araya geldiği ve marş olarak kabul ettikleri bir parça. Orada ben o parçayı bir başlangıç yaptım ve o kadını çingenelerin lideri olarak konumlandırdım. Güzel bir Akdeniz sahilinde, kumsalda, orada varillerde ateşler yakmışlar, herkes içiyor bir tarafta, dans edenler, sevişenler bir tarafta ve bu kadın şarap sandığının üzerine çıkıyor ve şarabını kaldırıyor: “Unite my gypsies”, Çingenelerim bir araya gelin!diye büyük bir konuşma yazdım orada, anlattım da anlattım ondan sonra da bu parçayı girdim. Bu parçaya Türkçe sözler de yazdım. 10 gün sonra telefonum çaldı. “Biz ‘Deliler’ isimli bir film yapıyoruz. Şu an kastı bilmiyoruz ama sen varsın!” “Okey hangi rol? diye sorunca öğrendim ki karakter Balkan çingenelerin lideri olan bir kadın! Da da da, inanamadım, inanamadım. O yüzden düşünme gücü çok önemli derler ya çok doğru! Düşün, yarat ve evrene yolla. Valla gördüğün gibi oldu işte. Deliler’de çok güzel bir karakter oldu. Benzemez kimse sana programında da birçok karaktere hayat verdim. İlk Dilber Ay oldum ve birinciliği almıştım. İnanılmaz bir şey olmuştu, ondan sonra Adel oldum, Nükhet duru ve Zeki Müren oldum. Sonra da proje kalkmıştı. Anam ne yapayım işte şans!
Amerika’da yaşıyorsun. Neler yapıyor Demet bu aralar?
Bunu çok soruyorlar. Bunu şey olarak da çok soruyorlar: “Ee neler yapıyorsun orada, ne kadar para kazanıyorsun?” Bazen insanlara şaşırıyorum gerçekten. Şuur seviyelerine şaşırıyorum. Amerika’da ne yapıyorum ben! Buraya 2016’da geldim ve anca anca kendimi buldum. Ben şey zannediyordum uçağa bindim, uçaktan indim hadi bakalım nasıl çalışıyoruz, ne yapıyoruz, hangi orkestra, hangi şarkı, hangi oyun, hangi dizi. Yok öyle! Otur bir kendine gel önce, kültürü öğren, değişimi öğren. Kafa hala lise, üniversite zamanlarında kaldı. O zamanki Demet’in hayatı ile evli, çocuklu Demet’in hayatı arasında acuk:) fark varmış. Evet ve benim birinci senem çok zor geçti, kendimle çok mücadele ettim. Hiçbir zaman pes etmeyi düşünmedim aklımın ucundan bile geçirmedim ama çok yoruldum, çok bunaldım, çok düştüm ne yapacağımı bilemedim. Çağrı’ya çok sardım. Senin yüzünden geldik, senin yüzünden buradayız gibi… Sonuçta çok güzel bir fırsat çıktı, şirket onu buraya transfer etti ve biz de buraya gelmeyi tercih ettik. Çünkü Çağrı’nın Türkiye’de ve Avrupa’da elektronik mühendisliği açısından ve hayal ettiklerini yapabileceği olanak hiçbir zaman olmayacaktı. Ama ben her yerde yaparım, her yerde mutlu olurum, her yere de adapte olurum, dedim. Çok doğru ama hafif büyük konuşmuşum galiba ha ha:) Doğru mu doğru! Çağrı da ona güvendi zaten ama ben kendimi bulana kadar, üzerimdeki o tortuyu atana kadar, yıllarca Türkiye’de biriktirdiğim o korkuları ki ben gayet cesur, hayal ettiğimi yapan ve hayal ettiğimin peşinde koşan biri olarak kendimi bilirdim. İnsanlara hep bunları söylerdim konuşmalarımda, eğitimlerimde hep bunların altını çizerdim. Hayallerinizi sandıklara mı kaldırdınız, başkalarına mı verdiniz yoksa egoist misiniz? Hayallerinizi kendinize mi sakladınız yoksa ne pahasına olursa olsun onların peşinden mi koşuyorsunuz? derdim ama ben kendimin öyle yapmadığımı gördüm. Ünlendikçe daha da kutucuklara girdiğimi gördüm ve bu beni çok ama çok köşeye sıkıştırılmış kedi gibi yaptı. Kabıma sığamamaya başladım. Ben zaten hayatım boyunca – 5 yaşımda beri- kabıma sığamadığım için bunu yapmak istedim. Doldum taştım, insanların yüreklerine doldum taştım. Biraz şiirsel gibi oldu ama inan içimden gelen net bu. İnsanlara bir şekilde sesimle, duruşumla onlara ayna olmamla şifalandırdığımı düşündüğüm için taştım, coştum ve coştukça kendimi buldum. Çoştukça da insanlara dokunabildim, kutucuklarda kaldığım zaman sadece yan yana kutucuklar olduğumu gördüm. Ve ben bunu yapamadığımı hissettim ve dedim ki Demet bir yerde bir yanlışlık var! Tabi insan bunu kabullenmek de istemiyor. İstemiyorsun, sen hep doğruyu yaparsın, onun yüzünden olmadı, bunun yüzünden olmadı! Evet onların yüzünden olmamış olabilir. Ama ben seçtiğim ve ben izin verdiğim için, onlarla çalıştığım için ve farklı bir methot yapmadığım için belki de onlara çok güvendiğim için… Şunu hep söylerim. Kendi kariyerimi kendi ellerime almadığım için – annemin kulakları çınlasın- ben kendimi suçluyorum. Söyleyeceğim tek şey budur her ne meslekte olursanız olun kendi kariyerinizi sizden başka kimse daha iyi bilemez, senden başka kimse de senin iyiliğini düşünemez. Bu kadar net ve bu kadar basit yani.
Amerika – Türkiye arasında ömrünü harcaman kariyerini nasıl etkiledi sence?
Bence kariyerimi dolar etkiledi. Ha ha ha! Dolar çok yükseldiğinden dolayı tabii ki. Eskiden çok rahatlıkla işlere gidebilme olasılığım vardı. Film için gidip gelebiliyordum, dizi için imkan ve ihtimal yoktu. Bir iş için en az bir hafta önceden gitmem gerekiyor ki kendime geleyim. Çünkü biz buradan yani Portlan’dan ya Los Angelas’a ya da San Francisco’ya uçuyoruz, oradan 13 saat İstanbul’a. Toplamda 16 saatlik bir uçuşumuz var. Business uçuşu bırakın ekonomi uçuşları da o kadar çok yükseldi ki ancak bir sponsor ya da çok iyi bir bütçe olacak da anca öyle. Türkiye’den son aldığım haberlere göre yapımcılar İzmir’deki oyuncuyu bile almıyor, almamaya çalışıyorlarmış. Kaşeler çok düşmüş bayağı sorunlar var. Dolayısıyla benim kariyerim fiziksel olarak ve lojistik olarak çok ciddi sekteye uğradı. Tabii ki ben bunu kayıp olarak görmüyorum çünkü ben burada çok güzel bir başlangıçla hayatıma başladım. Geçen sene benim ayılma, kendime gelme ve kendimi bulma şansını yakaladığım bir yıl oldu. Ben bu süreçte bazı seminerlere katıldım. Gittiğim seminerlerde de şunu gördüm mesela 2300 kişilik bir “Barondan Burchard” seminerine gittim. 4 gün süren bir seminerdi “Influencer 2019” diye. Çok sevdiğim bir arkadaşım önayak oldu ve onunla beraber gittik. Ben seminer sonunda şunu düşündüm oyunculuktan başka ne yapabilirim? Devam ettirilebilecek ne yapabilirim burada. Tamam oyuncuyum ama başka ne yapabilirim ve bu sürecin sonunda ne çıktı biliyor musun? “Public Speaker” olmak, yani halk önünde çıkıp konuşma yapmak. Sonuçta neredeyse 30 yıla yakın bir oyunculuk ve sahne tecrübem var. Bir karakter yaratmadan, elini kolunu nasıl kullanacaksın, sahnede nasıl duracaksına kadar birçok tecrübem var. İçgüdüsel olarak da zaten izlediğim şeylerde “Ay elini oraya koymasana, çok kötü bu böyle mi söylenir?” gibi müdahalelerde bulurken buluyorum kendimi. Hep bunları not ettim kafamda ve devamlı not geçtim. Böylece konuşmacılığın yanı sıra motivasyon, ilham verme yanı sıra “Public speaking” konuşmacılığı ve eğitimde vermeye başlayacağım. Çünkü bu da benim koç olarak verimli olacağım koylardan bir tanesi. Ya biliyor musun? Türkiye’deyken bunları düşünmüyorsun bile. Oyuncusun, anca biri sana bir proje getiriyor “Aaa beğendim, olabilir!” diyorsun ve ilerliyorsun ama kendin, kendini keşfedip yaratabileceğin bir proje yapmıyorsun, yapamıyorsun. Çünkü zaten belli bir şeyin içine giriyorsun, o rüzgarı aldığın zaman o rüzgarla o popülariteyle didebildiğin kadar gidiyorsun. İşte o zaman kendi işlerini yapabilsen ruhun o kadar mutlu olur ki. En azından benim öyle, ama ben bu yolculuğa çıkmaktan çok mutluyum. Zor çok zorlandım ama şimdi artık daha az zorlanıyorum. Daha çok hevesliyim, daha çok heyecanlıyım, daha çok umutluyum ve devam ediyorum. Kariyer açısından yanıtlarsam da… Türkiye’de o kadar çok yeni insan geliyor ki! Tabii ki bilmiyorum beni unuttular mı, unutmadılar mı? Bir yapımcının aklına gelip “Aaa Demet Tuncer vardı, onu Amerika’dan getirteyim ve bir müzikal için burada kaldırtayım” diye düşünürler mi inan hiç bilmiyorum. -Ben hiç bir zaman aşkım böceğim şunu yapalım mı tarzı biri olmadığımdam- benim nasıl biri olduğumu, nasıl çılgın olduğumu aşağı yukarı biliyorsunuz. Oyunculuğumu, ödüllerimi biliyorsunuz. Eğer bana inanıyor, güveniyorsanız adresimi de biliyorsunuz. Ama artık benim hedefim sadece Türkiye değil; dünya. Şöyle söyleyeyim, sana gelebilmem bile uçakla 6 saat. Gözden ırak, gönülden ırak olmaz inşallah!
YouTube kanalında hastası olduğum ve yahu “Hey ahali daha önce İngilizce hiç bu kadar tatlı öğretilmedi” diye avaz avaz duyurmak istediğim videoların dışında da çok faydalı videolar paylaşıyorsun. YouTube kanalından, içeriğinden bahseder misin?
YouTube kanalım aslında yıllar önce annemin benim beynimi yediği daha doğrusu bilinç altıma işlediği olaylar sonucu ortaya çıktı. Ne alaka ne demek istiyorsun, diyeceksiniz? Benim annem 61 yaşında İngilizce öğrenmeye başladı. İngilizce eğitim veren bir kaç kursa gitti. Bana hep “Demetçiğim şunu nasıl söylersin, bana yazar mısın, okur musun, kaydeder misin?” derdi. Ben de “Anne tamam yaparım uff, şimdi değil annecim sonra yaparım, hayır anne öyle değil yanlış söylüyorsun, tamam tamam ben yazarım” derdim. Sonra bir gün bir akşam hadi kızım otur da çek dediğim gün şak diye bu fikir geldi aklıma. İlk “paper steak” ile başladık ondan sonra sweet shirtle devam ettik ve bu aldı başını gitti. Sen bildiğin için herkesin bildiğini varsayıyorsun ama o kadar çok insanın ihtiyacı varmış ki! Özellikle yurt dışında yaşayan annelerin oluşturduğu Göçmen Anneler Grubu’nda, göçmen kadınlar kanalın bin küsür kişiye ulaşmasına destek oldular. Onlara da çok teşekkür ederim. Her zaman şunu söylerim sahnede canlı performansta her zaman ama her zaman seyirciyi takip etmek gerekiyor. Seyirci ne yapman gerektiğini, neyi ne kadar itebilirsin, sınırlarını zorlayabilirsin sana o kadar net öğretiyor ki. Seyirciyi okumak çok önemli, seyirciyi okuyabiliyorsan tamam kesinlikle başarırsın! Kesinlikle başarılı bir performans geçer. Burada da yaptığım o. Ben sadece sevdiğim ve insanların sevebileceğini düşündüğüm şeyleri bol bol çekiyorum. İlk başta devamlı bu şekilde ilerliyorsun, devamlı çekiyor ve yayınlıyorsun. Sonra bakıyorsun insanlar beğenmiş mi? Neyi beğenmişler neyi beğenmemişler. Sonra yavaş yavaş bir yola giriyorsun. Mesela bu telaffuz videoları, İngilizce, Amerika’da yaşam da onlardan bir tanesi. Şimdi sadece İngilizce konuştuğunuz videolar çekebilir misiniz diyorlar. Viloglar benim için çok önemli. Gittiğim, gezdiğim yerleri tanıtmak, insanlarla paylaşmak benim için çok önemli.
Dürüstçe cevap vermeni istiyorum. Neden sen? İnsanlar kanalını neden takip etmeli?
İlk olarak kanal çok keyifli! Ben çekerken çok eğleniyorum. Çok animatik, insanı düşündüren çok şey de var. Bilgi alabiliyorsun. Ama benim için en önemlisi insanların birbirlerine destek olmaları ve güzel taraflarını çıkartmak için yapıcı eleştiriler yapabilecekleri ve birlikte büyüyebilecekleri bir platform oluşturmak istediğim için seyretsinler. Yani artık her şey benden geçti, bu yaştan bu saatten sonra ben yapamam diyenler bana gelsinler. Çünkü öyle bir dünya yok! Ölene kadar o saat doğru saattir. Bunu ben insanlara vermek istiyorum, o gücü paylaşmak istiyorum, o heyecanı isteği… İlk başladığımda mesela YouTube kanalıma ilk çekimler yapmaya başladığımda bir takipçi Allaaaaaah nasıl zehir zemberek yazmış… YouTube da sosyal medya da çok olur bunlar. Böyle konuşma mı olur, böyle yorum mu olur, ne kadar çirkin, ağzına bir vurasım var! Neler, neler! Bunların hiç birine cevap vermiyorum ve hepsini siliyorum çünkü bu insanlara kızmıyorum, üzülüyorum. -Saçmalama Demet ne alakası var- diyebilirsiniz ama gerçekten üzülüyorum. Belli hayatında sevgi yok, olumlu bir şey yok hayatında. Cevap verdiğimde de onun o kusmak istediği nefretini canlandırmış olacağım. O dinlemek, kendinde bir şeyleri değiştirmek istemiyor ki! Çünkü farkında değil ne kadar mutsuz olduğunun! Burası benim kanalım; benim evim. Dolayasıyla ben karar veririm evime kimi misafir edip, etmeyeceğime. Ev sahibi benim ve ben ev sahibi olarak misafirlerimi getirdiysem evime onların huzurunu kaçıracak hiçbir şey, hiçbir kimseyi, hiçbir enerjiyi evimin içine almam. Bu benim prensibim. O nedenle benim için önemli olan kaç takipçi olduğu değil – şöyle söyleyeyim YouTube için önemli olan tabii ki bu takipçilerin büyümesi! Büyüsün ki devam edebileyim. Benim tek derdim de bu hayat duruşum bu planladığım şey daha fazla insana ulaşsın. Daha fazla insan gelsin evimde buluşsun. Benim tek derdim bu! Dolayısıyla işin cilvesi de oyunu da çok takipçin olması gerektiği. Ne kadar çok takipçin varsa o kadar çok insanın da kafası senin kanalına çevriliyor. O kadar çok sponsor geliyor ve o kadar çok olanakların oluyor. O kadar çok dağıtabileceğin, kullanabileceğin, gösterebileceğin fırsatların oluyor. Benim derdim bu! Benim derdim – Gel arkadaş, ne olursan ol gel arkadaş- değil! O eskidendi. Şimdi çok seçiciyim. Eğer 40 yaş üzeriyseniz beni çok iyi anlayacağınızı biliyorum. Hele 50 ise hiç takmıyorlar. Kim benim hakkımda ne demiş, ne yapmış umrumda bile değil diyorlar. Benim için zaman, saat! Annem hep derdi onların bir Almanca hocası vardı ve hep “Zeit ist geld” dermiş yani “Zaman altındır!” Şimdi eğer zaman paraysa, krediyse benim belli bir kredim var. Ben bu krediyi her tarafa harcarsam param kalmayacak veya gerçekten kredi vermem gereken kişiye veremeyeceğim. Dolayısıyla bunu benim çok iyi şekilde ayarlamam gerekiyor. Bu nedenle bazı arkadaşlarım belki gönül koyuyorlardır – bize çok zaman ayırmıyorsun diye – Evet arkadaşlar şu anda ben kendimi yeniden yaratma, ayaklarım üzerinde durma, mücadele verme ve gösterme, insanlara yapabileceklerini gösterme modunda olduğum için birazcık mola rica ediyorum. Zaten senin yakın arkadaşlarınsa, seni seviyorlarsa mutlaka anlayacaklardır. Sana yardımcı olmaya çalışacaklardır, sitemle seni boğmayacaklardır. Dolayısıyla kanalıma eğer geliyorsan birçok şey bulmak için belki de en önemlisi kendini bulmak, eğlenmek, keyiflenmek, düşünmek ve sohbet etmek için geliyorsun demektir. Seve seve bekliyorum. Her zaman başımla beraber ama yorum yazmayı unutmayın çünkü yorumlar benim için çok önemli. Yorumlarınızla sizi tanıyabiliyorum. Sohbetlerimizle o kişisel platformu yakalayabiliyorum yoksa seyretmişsin geçmişsin. Bir de hep paylaşın diyorum. Bilmeyenler bilsin, bilgi aktarılsın, bilgi çoğalsın. Eğleniyorsanız da bırakın diğer insanlar da günlerine gülücüklerle başlasın diyorum şekerim!
Güzel işler yapıyorsun ve kesinlikle desteklenmelisin. Çevrenden, arkadaşlarından özellikle de senin gibi tanınmış arkadaşlarından destek alıyor musun?
Şu anda kimseden bir destek almıyorum. Sorduğum zaman çok merak ediyorum nasıl bir destek olacak. Çünkü ben insanlardan bir şey istemeyi hiç sevmem, zor bulurum daha doğrusu ki bu da yanlış kesinlikle. Evrenin alma verme dengesine aykırı bir şey zaten. Sonuçta ben bu kanalıma çok inanıyorum. “Bir Demet Anne” kanalımda olduğu gibi 95 bin kişinin gelmesi, onlara hizmet etmesi, hizmet etmek, onların daha bilgilenmesi, güçlenmesi kendilerine gelmesini sağlıyorsa o zaman benim için çok önemlidir o kanalı duyurmak, insanlara ulaştırmak. Şu anda bunu Demet Tuncer’le yapıyorum. YouTube kanalım Demet Tuncer’in içinde de “Bir Demet Anne” de var, vloglar da var, uzmanlarla görüşler de… Çok çok farklı konular da yer alacak. Benim için insanlara ulaşabilmek önemli olan. Ne kadar çok takipçi olursa ben o kadar çok ideallerimi, hedeflerimi gerçekleştirebilir ve yardımcı olabilirim diye düşünüyorum. O yüzden Seboşcuğum göreceğiz bakalım kim ne kadar samimiymiş, ne kadar yardımcı olabiliyormuş göreceğiz.
Demet Tuncer nasıl bir eş, nasıl bir anne?
Sanırım buna en iyi yanıtı eşim verir. Mikrofonu ona uzatalım.
Çağrı Tanrıöver: “Demet anne olarak kızımıza her zaman anlayış ve şefkat dolu bir tutum içerisindedir. Kızımız Ayza ile yakından ilgilenerek onun mutluluğu ön planda olacak şekilde davranır. Anne olarak ilk bakışta fazla serbest bırakıcı gibi görünse de gerekli olan zamanlarda disiplinden ödün vermez. Benim tutumuma göre Demet Ayza’ya karşı daha sabırlı ve yumuşak bir tavır içerisinde olduğundan ortaya çıkan anlaşmazlık durumlarında bu güzel bir denge ve ölçü tutturmamızı kolaylaştırmaktadır. Kızımızın ders ve çalışma alanlarında Demet çok fazla stres yapmaz. Ayza henüz oyun yaşında olduğundan bu konularda biraz rahat davranır (Benim yaklaşımım ve düşüncem bundan farklı olsa da orta yolu bulmamız zor olmuyor) Benim iş yoğunluğum nedeniyle lojistik olarak Demet Ayza ile daha fazla ilgilenmektedir. Demet’in bu konudaki desteği bana çok yardımcı olduğundan, ailemiz için önem taşıyan diğer konulara kafam rahat şekilde yoğunlaşabilmekteyim.
Eş olarak da Demet çok iyi bir takım arkadaşıdır. Bana her konuda güvendiğini ve destek verdiğini söylemeden edemeyeceğim. Onun bana olan güveni kendimi sorguladığım zamanlarda bile hiçbir şekilde değişmemiştir. Atmayı planladığım adımlarda ben daha temkinli ilerlemeyi tercih ettiğimde o hiç sorgusuz kafamdakileri gerçekleştirmem için beni cesaretlendirmektedir. İliskimizdeki sevgimizin yanı sıra birbirimize olan saygımız da birlikte yarattığımız aile ortamımızın kalitesindeki en büyük etkenlerden birisidir. Birlikte vakit geçirmek ikimiz için de en huzurlu ve mutlu anlarımız bana göre. Birlikte olduğumuz sürece nerede olduğumuzun pek bir önemi olmuyor. Beraberken bol sohbet, kahkaha ve espiri hiç eksik olmaz. İliskimizin verdigi pozitif enerji kızımıza da olumlu yansıdığından o da sağlıklı bir iletişim ortamında yetişiyor. Bana göre evliliğimizin güzel olmasındaki en büyük etkenlerden birisi Demet ile neredeyse 30 yıldır birbirimizi yakından tanımamızdan dolayı birbirimiz hakkında her şeyi bilmemiz ve çok kolay empati kurabilmemizdir. Demet gibi bir hayat arkadaşım olduğu için çok şanslı ve mutluyum. Tekrar dünyaya gelecek olsam yine Demet ile bir aile kurmayı tercih ederim.”
Şu İngilizce kelimeleri doğru yorumlamayı katıla katıla güldürerek öğrettiğin ve bence çok başarılı olan (çünkü bir numaralı takipçinim) videolara dönelim. Bu fikir nasıl doğdu?
Bunu zaten söylemiştim bu fikir annemden doğdu. Annem yıllardır söylüyordu yapsana kızım bana diye. Fakat şimdi kendimi kötü hissetmemem için; “Merak etme Demet’im merak etme ben yine yaptığın videolardan öğreniyorum, takip ediyorum. Yıllar sonra oldu ama geç oldu güç olmadı diyor!” Ahh işte ana yüreği, canım!
Seni neden bir Amerika yapımında göremiyoruz?
Yavrum onu bana değil yapımcılara soracağız!:) Tipik şöyle bir şey vardır ya; “Ben bilmiyorum onu söyleyene sorun!” Bir fıkra vardır hani bir adam Allah’tan devamlı Milli Piyango’dan devamlı para çıkmasını ister. Yıllarca niye bana çıkmıyor, niye bana çıkmıyor? diye söylenir. En sonunda bir gün gök yarılır ve Allah der ki; “Bilet Al, bilet aaaaal!”:) Şimdi maalesef burada bu işler pek kolay değil. Senin burada mutlaka bir ajansının veya bir menajerinin olması gerekiyor. Yani insanların seni tanıması gerekiyor. Yani sen söylediğin kişi misin? Söylediğin şeyleri yaptın mı yapmadın mı? Bir güven ortamı oluşması için, seni bir yerlere refere edilebilmeleri için de bir yerlere bağlı olman gerekiyor ve bu yerinde tanınır bir yer olması gerekiyor. Ben Portland’dayım. İnsanlar ne kadar film çekimleri için burayı tercih etse de -vergi için tercih edilen yerlerden biri çünkü- Oregon, New Mexico gibi yerlere gelseler de esas kastlar Los Angelas’ta ya da New York’ta yapılıyor. Yani seni tanıyan, durumunu bilen iyi bir acentan veya menajerin olması gerek ki şunu diyebilsin: “Arkadaşlar bu insan çok iyi oyuncudur, Türkiye’de çok tanınan ve başarılı bir oyuncudur. İki ana lisanı vardır gibi gibi anlatabilmesi gerekir. Yani benim böyle birilerini bulmam, kendimi anlatmam daha doğrusu beni tanıtabilecek birini daha bulabilmiş değilim. Ha aradım mı derseniz çok da aramış değilim çünkü bunu Portlan’da bulmam mümkün değil. Çünkü bunu ya Las Angeles ya da New York’ta yapmam gerekir. Ama ben şöyle bir karar verdim. Onu bekleyeceğime, böyle şeyler bekleyeceğime elimdeki şeyleri değerlendirmeye karar verdim. Ben başkalarını beklemek istemediğimi, başkalarının iki dudağı arasında olabileceğim şeylerin parçası olmak istemediğimi fark ettim. Tamam öyle bir fırsat olduğunda tabii ki giderim. Mesela atladım Deliler filmi için Türkiye’ye gittim, geri geldim. Şimdi sunumlar için gidip geleceğim. Böyle şeyler oluyor ama ben onlar olmasa da kendi içimde yapmak istediklerimi, projelerimi, hayallerimi bir araya getirebileceğim bir platform bir sahne oluşturacak projeler için uğraşıyorum. Yani ilerde bir Amerikan ya da yurt dışı yapımında neden görmeyesin beni. Tabii ki neden olmasın ağzımdan İnşallah çıkacaktı ama o da çok inanmadığım anlamına gelir. Planlarım arasında var!
Gelecek planlarından da bahseder misin?
Seve seve bahsederim. YouTube kanalım “Demet Tuncer’le devam ediyor ve çekimlere devam edeceğim. İşbirlikleri yapmak istiyorum planlarım arasında var! Burada ve Amerika’da olan ve yakında gidip gelebileceğim insanlarla işbirliği yapmak istiyorum kanalım için. Çok sevdiğim hikayeler ve müzikler için hazırlanmaya başladığım projeye hız vereceğiz. Yazın bilhassa gittiğim zamanlar oradaki orkestra şefimle oturup konuşacağımız şeyler var. Eski yapımcım Londra’ya taşındı, onula da görüşeceğim şeyler var. O heyecanlandırıyor ve onu dünya turnesine çıkarmayı düşünüyorum. Dünya müziklerinden oluşan yani hem benim aktörlüğümü, oyunculuğumu kullanabileceğim hem de sesimi kullanabileceğim bir proje olacak. Bir de yeni bir proje çıktı bu da Amerika’dayken çıktı ve bu İngilizce telaffuz videolarından çıktı. Artık aramaya başladılar, Demet Hanım siz bir stand-up yapıyormuşsunuz buraya da gelir misiniz? diye. Dedim Allah, allah ben stand-up yapıyorum da benim niye haberim yok! Bu arada şunu da öğrendim çok komplike düşünmemek gerekiyor. Ne kadar basit ve eğlenceli yaparsan o kadar çok insana ulaşırsın ve yerden kalkar hayat bulursun. Dolayısı ile benim listemde stand-up da var ve göçmenlerle ilgili olacak. Büyük ihtimalle Türkler için yapacağım. Dolayısıyla planlar çok ama bunu ben aile programımla; Ayza’nın ve Çağrı’nın programıyla ve yaz programımızla entegre etmem gerekiyor. Çünkü yazları biz mutlaka ailelerimize; anne ve babalarımıza gidiyoruz. Ayza’nın da Türk kültüründen uzaklaşmasını istemiyorum. Türkçe pratik yapmasını istiyorum. Çünkü buraya döndüğünde İngilizce’ye dönüyor. Yavrum Türkçe, yavrum Türkçe demekten bize de gına geldi. Türkiye’ye döndüğünde Türkçe’ye dönüyor çok şükür. Şimdi İspanyolca’ya başladı. Bir insan bir lisan. Plan çok dolayısıyla planlarımız arasında o da var.
Seni bu dünyada mutlu eden şeyler arasında ilk üçe girecek olanları bizimle paylaşman mümkün mü?
Tabii ki mümkün! Her zaman için ilk birinci sırada sağlık var. Sağlık, sağlık, sağlık çünkü sağlık olmadan istediğin en büyük film olsun, proje olsun, iş olsun yapamıyorsun. Evde oturman ya da hastanede olman gerekecek o yüzden sağlık her şeyden önce gelir. Bir de ailelerimiz de uzakta olduğu için onların sağlıklı olması da dileklerimizden bir tanesi. İkincisi büyük ihtimalle kendi mesleklerimde uluslararası başarılara imza atacağım projeler olur ve dünyayı dolaşacak projeler olur. Çünkü bilhassa bir kadın için yapmak istediği, hayal ettiği şeyleri yapamaması onu çok mutsuz eder. Dolayısıyla anne mutsuzsa bütün aile de mutsuz olacaktır. Bir kadının ilk önce kendi içindeki gücü fark etmesi gerekir. Onu da yapabilmesi; hedeflerine ulaşabilmesi, potansiyelini görmesi ve kendisini keşfetmesi ile gerçekleşeceğine inanıyorum. Üçüncüsü, ailemin mutlu olması. Biz burdayız onlar orada bu nedenle onların mutlu olması beni çok mutlu eder çünkü aklın kalmıyor. Ülkenin mutlu olması, rahatlıkla gidebileceğin bir yer olaması, insanların yüzlerinin gülüyor olması beni çok mutlu ederdi.